Monday, April 28, 2014

SÖYLEŞİ DUYURUSU: “İLETİŞİM, SAMİMİYET VE MANİPÜLASYON”


SÖYLEŞİ DUYURUSU:

“İLETİŞİM, SAMİMİYET VE MANİPÜLASYON”

Bu akşam (28 Nisan) saat 19.30'da İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, Profesör Doktor Nilüfer Pembecioğlu Hanımefendi yönetimindeki Tezsiz Yüksek Lisans derslerinden birisi olan "İletişim ve Devinim" adlı dersin söyleşi konuğuyum.

KONUMUZ

"İletişim, Samimiyet ve Manipülasyon". Dinlemek isteyen dostlar katılabilirler. 

Savaş ŞENEL 

Sunday, April 13, 2014

MUHAKEMESİZ TARAFTARLIĞIN-DİNDARLIĞIN SONU FANATİZMDİR


Bir keresinde bir İngilizce öğretmeniyle tanışmıştım. Bir öğrencinin durumunu sormak için tanıştığım bu kişinin Türkçesi o kadar kötüydü ki, ben olsam, bu kişinin İngilizceyi iyi bilip bilmediğiyle ilgilenmezdim ve çocuğuma o hocadan ders aldırmazdım. Bir yabancı hocanın Türkçe bilmesi şart değildir, ama Türkiye’de yaşamakta olan ve Türkçe konuşan bir öğretmen benim çocuğuma İngilizce dersi verecekse, önce kendi dilini düzgün konuşmalıdır!

Bunun gibi, konuşmalarında büyük mantık hataları yapan birisinden de, özellikle İslamî bilgiler almam. Çünkü mantık, İslam disiplininde temel konulardan birisidir ve muhakemesi zayıf birisinden dinî bilgi almak büyük yanlıştır. Çünkü İslam çok teferruatlı bir sistemdir ve zaten bu da bu dinin güzelliklerinden birisidir. Ama bir yandan da, teferruat demek, birbirine karıştırılabilecek, yanlış anlaşılabilecek ilkelerin söz konusu bulunması anlamına gelir. Bu da, yetkin olmayan ve sağlam bir muhakemeye sahip bulunmayan birisi için yanlış sonuçlara ulaşma ihtimalinin yüksek olması demektir! Dolayısıyla dinî bilgisi yüksek görünen birisinde, sağlam bir muhakeme bulunmuyorsa, bu kişi, “hayır” adına sizin manevi hayatınızı mahvedebilir!

Mesela bir insan, televizyon programlarına çıkan din adamlarını ihanet ve satılmışlıkla suçluyor ve bir süre sonra kendisi de televizyonlarda cirit atmaya başlıyorsa, burada mantıksızlık ve muhakemesizlik söz konusudur. Daha önce sıklıkla vurgulayıp-eleştirdiği bir şeyi, bugün kendisi sıklıkla yapıyorsa, bu durumda iki ihtimal vardır: Ya kendisi de “satılmıştır” veya ne konuştuğunu bilmeyen birisidir. Her iki durumda da, söz konusu kişinin muhakemesi zayıf demektir ve bu kişinin ilmî anlamda güvenirliği yoktur!

Radyoculuk ve Televizyonculuk günlerimden bilirim: Mikrofon veya kamera bazı insanlarda alkol tesiri yapar ve bu insanlar garip bir coşkuya kapılırlar. Kısacası size mikrofon uzatılması veya bir grup kişinin sizi dinlemesi, aslında size coşku veriyor olabilir. Bu arada siz de aslan gibi kükrerken, aslında, sonrasında bir aslanı takip eden sorumlulukların altında kalabilirsiniz! Hele internet çağında yapılan her iyi yayın, inanılmaz boyutlarda hayır getirirken, yapılan her hatalı yayın da yine inanılmaz boyutlarda vebal getirmektedir. İnternette yayınladığınız bir şeyi artık geri alamazsınız. Siz yayınlamış olduğunuz şeyi geri alsanız da, onu alıntı olarak yayınlamış olan kişilere ulaşıp o yayını kaldıramayabilirisiniz. İnternette yayınlanmış olan bir şeyi yayından kaldırabildiğinizi varsayalım. O yayını görmüş veya dinlemiş olan insanların kalplerinden ve zihinlerinde kalmış olan etkileri yok edemezsiniz! Ben fırından ekmek çalarsam, pişman olduğumda helallik almam kolaydır.  Çünkü tek bir muhatabım olur. Ama fırıncı ekmeğin gramajıyla oynarsa, onun ondan ekmek almış olan onca insanı bulup da helallik alması çok zordur ve hatta mümkün değildir. İşte internet yayıncılığı da ikinci örnekteki gibi bir şeydir!

Liderlik konusuna gelince, o daha çileli bir yoldur. Olur mu olur! Bir kedi de bir kez veya birkaç kez aslan gibi kükreyebilir. Ama bir aslan gibi, sürekli olarak tutarlıkla ve istikrarla yaşamak, muhakeme gerektirir; çok zordur ve bana göre büyük keramettir!

Savaş ŞENEL
İngilizce Eğitim Danışmanı
& İletişim ve Yazarlık Koçu
Bu yazıma eşlik eden albüm: Manu Chao: “Proxima Estacion: Esperanza”
Film önerim: “Allahın Sadık Kulu (2011)
Kitap önerim: Les Giblin: “İnsan İlişkilerinde Ustalık”
-----------------------------
Lütfen Facebook sayfamızı ziyaret edinizİletişim Okulu.
-----------------
İNGİLİZCE ÖĞRENİMİ VE ÖĞRETİMİ İLE İLGİLİ PAYLAŞIM SAYFALARIMIZ.
(İlginizi çeken konuya ait satırı tıklayınız)

Yüz yüze veya Online olarak verdiğimiz Dersler-Eğitimler


Facebook: Genel İngilizce Paylaşım Grubu

SAYFALARA VEYA YAZARA SPONSOR OLMAK İÇİN:

Sayfalara veya yazara sponsor veya destek olmak için bilgi
-----------------
Savaş ŞENEL
İngilizce Öğretmeni-Eğitim Danışmanı
İletişim ve Yazarlık Koçu
savassenel@yahoo.com
savassenel@savassenel.com

Saturday, March 08, 2014

Maço erkekler, hüzünlü kadınlar



(İlişki mi, düdük yarışı mı?)

Yabancı misafirlerimizle Türkiye’nin bazı illerine ziyaretlerde bulunuyorduk. Gittiğimiz bu yerlerden birisinde, yeni nişanlanmış bir delikanlıyla tanışmıştım. Nerden icap ettiyse, delikanlı bana nişanlısına “dikte” ettiği şeyleri anlatmaya başladı. Nişanlısı nereye giderse-gitsin onu aramalıymış, görüştüğü kişileri haber vermeliymiş, bakkala gitse söylemeliymiş vs. Ben de onu dinlerken hafifçe gülümsüyordum. Birincisi, bana bunları neden anlattığını anlayamamıştım. İkincisi nişanlısı zaten anladığım kadarıyla derli-toplu birisiydi ilgisiz yerlere gidip, ilgisiz kişilerle görüşecek bir bayan değildi. Üçüncüsü, bu delikanlı nişanlanmamış, bir hayat arkadaşı edinmemiş de, sanki kendi kendisine yetemeyen, saf bir bayanı himayesi altına almıştı!

Bu genç adam, bir yandan da, hayatına bir kadının dâhil olmasından rahatsız gibiydi. Aslında delice istediği, ama aynı zamanda büyük bir zaaf (!) veya insanı acıtabilecek bir sorumluluk olarak gördüğü ilişkisini, sanki onu ayıplayan birisine hesap verir gibi anlatıyordu. Evet, kadın gibi, çok riskli (!), zayıf (!) ve sorumluluk gerektiren bir kavramı hayatına dâhil etme zaafını göstermiş olabilirdi. Fakat bir “erkek” olarak ilkelerini (!) koymuş, kimin patron (!) olduğunu göstermiş ve böylece olası risklerin sayısını veya yapmış olduğu şeyin saflık derecesini azaltmıştı! Artık benim veya bir başkasının ona aptal veya saf gözüyle bakmasına imkân bırakmamıştı! E ben de artık onu hoş görebilirdim! Söz konusu gencin konuya yaklaşımı veya konuya nasıl yaklaştığıyla ilgili olarak bende bıraktığı izlenim buydu! Bu genç adam belli ki nişanlısını seviyordu. Belki de bu yaşadığı deneyimi tam çözemiyor ve zaman zaman onu incitip-yorduğunu tahmin ettiğim bu sevgiyle başa çıkamıyordu.

Bu delikanlının sözlerinden yola çıkarsak, ortak değerler-protokol açısından uzlaştığınız ve anlaştığınız bir kadının size bakkala giderken haber vermesine gerek var mı bilmiyorum! Evli çiftler ve hatta aynı evde yaşayan ev arkadaşları bile birbirlerine gittikleri yeri haber verirler. Ama bu iki tarafı da bağlayan bir adâb-ı muaşeret kuralıdır. Fakat bir erkek, evden çıktığı andan itibaren eşiyle bağlantısını koparabilirken, güvensizlik ifade eder şekilde, eşinin her hareketini kendisine haber vermesini beklemesi anlaşılır gibi değil.

Hele erkeğin uzun zaman telefonlarına cevap vermemekte sorun görmediği veya “toplantıdayım beni 2 saat bulamazsın” diyebildiği ilişkilerde, kadının her adımını erkeğe haber vermek zorunda olması iyiden iyiye anlamsızlaşıyor! Konu iffetse ve insanların sevdiklerince ortaya konan bir pozitif ve hoş bir “baskı” ile manen kontrol edilmeleriyse, erkek neden bu durumdan muaf oluyor ki? Modern dünyada erkek daha emniyetli bir konumda mıdır? Trafik kazası geçirme riski, sağlık sorunları veya nüfusun yarısından fazlası kadın olan bu dünyada karşı cinsle ilgili olarak erkekler daha mı güvende yaşıyorlar? Yoksa erkeklerin gebe kalma tehlikesi olmaması mı, bu güven ve kontrol durumunu belirliyor? Nedir yani? Kadınların ilk işi, ilk fırsatta birisini tahrik edip, ondan gebe kalmak mıdır?

Bir keresinde eşini her saat kontrol eder gibi arayan birisi: “Eşim beni akşam şu saate kadar aramaz. Ararsa kızarım, ama şu saatten sonra arayabilir! Çünkü merak eder. Haklı” demişti. Söz konusu saat ise akşam dokuzdu. Yani o eşini istediği zaman arayabilirken, acil bir durum yoksa eşi onu, saat dokuza kadar arayamıyordu. Peki neden? Bir erkeğin uzun saatler iletişimden uzak kalma hakkı var mıdır? Neden eşini kendisine ait böyle bir davranış kalıbına alıştırır ki?

Ben insanların protokollerde pazarlık etmelerinden yanayım. Bir insan, elbette eşinin bazı yerlerde bulunmamasını veya bazı kişilerle görüşmemesini isteyebilir. Zaten evliliğin bu türlü bir protokolü vardır. İki taraf da günlük programlarını ve gittikleri yerleri zaten birbirlerine söylerler. Bu zaten olması gereken bir şeydir. Ama erkek sadece “arkadaşlarla takılacağım” deyip, saatlerce ortadan kaybolabilirken, kadın sürekli bildirim yapmak zorundaysa, bu durum başka bir anlama bürünür. Ortada bir statü veya düdük yarışı var demektir!

Bu da aklı başında kadınların hüzünle yaşamaları anlamına gelir, çünkü bu statü ve güç vurgulama çabası, hayatın diğer alanlarına da yansır. Bu tek yanlı korumacılık ve güvensizlik yansıması, erkeğin ruhu bile duymadan onu incitebilecek şeyler yapabilme imkânı olan, ama bu tür şeylerden zaten tiksinen, karakter ve kişilik sahibi kadınlara hüzün vermekten başka bir şeye de yaramaz!
-------------------------
Bu yazıya eşlik eden melodi: “Forty-five”-Bootstraps
Bu yazıyla ilgili film önerim: “Born Yesterday” (1993) 
-------------------------
Savaş ŞENEL
İngilizce Öğretmeni-Eğitim Danışmanı
İletişim ve Yazarlık Koçu
savassenel@yahoo.com
---------------
Kitabın İkinci baskısı özel-Cep Boyutunda yapılmıştır
Okurlarıma teşekkür ediyorum.
Kendiniz ve dostlariniz icin guzel bir hediye:

Monday, February 24, 2014

ANLAMAKSIZIN KONUŞMAK LOKMAYI ÇİĞNEMEDEN YUTMAK GİBİDİR



Anlıyor musunuz?

İngilizce ve iletişim derslerimde en çok vurguladığım şey, konuşmadan önce dinleyip-anlamak gerektiğidir. Sözgelimi, birisinin İngilizce veya başka bir yabancı dili bilip-bilmediğini anlamak için genellikle: “İngilizce (Arapça, İspanyolca vs) konuşabiliyor musunuz?” diye sorarlar. Bense “Anlama” fiilini öne alır ve “İngilizce (Arapça, İspanyolca vs) anlayıp-konuşabiliyor musunuz?” diye sorarım.

Çünkü hayatta gördüğüm en traji-komik durumlardan birisi, söylenen şeyleri anlamaksızın konuşmak, cevap vermek veya yorum yapmak ve bu tavrın getirdiği şeylerdir. Bu durum bütün diller ve ülkeler için geçerlidir. Sizi dinleyip-anlamadığı hâlde, size bir takım cevaplar veren birisinin sözleri sizi ne kadar tatmin eder? Bunu bir düşünün.

Dinlemek, anlamak çok önemlidir.

Dolayısıyla anadilde veya yabancı dil öğreniminde önemsemeniz gereken en önemli beceri “dinleme” ve dolayısıyla “anlama” becerisidir. Dinleme becerisini işitme duyusuyla karıştırmayın. İşitme duyusu çoğu insana doğuştan verilmiş bir hediyedir. Ama “dinleme becerisi” adlı hediyeyi ise siz kazanırsınız. Bu kazanım süreci bazı kişilerde kolay ve bazı kişilerde zor bir zaman dilimi olabilir. Bununla birlikte hayat budur; bazı becerilerimizi geliştirmek konusunda başkalarından daha avantajlı olabilirsiniz. Fakat diğer bazı becerileri geliştirmek konusunda diğer kişilerden daha zorlu bir süreç geçirmek durumunda bulunabilirsiniz; şımarmaca, darılmaca veya alınmaca yok!

Anlamadan konuşmak...

Bendeniz, anlamaksızın cevaplar vermeyi, bir lokmayı çiğnemeden yutmaya benzetirim. Bu şekilde yutulmuş olan bir lokmanın hazmı zor olur ve size rahatsızlık verir. Çünkü sindirim sürecinin ilk aşaması ağızda ve çiğneme ile başlar. Ayrıca birşeyin tadını ve size zararlı olup-olmadığını çiğneyerek anlarsınız ve duruma göre; mesela tatsız veya acıysa, o şeyi yutmamayı da tercih edebilirsiniz. Çünkü tadı kötü olan şeyler, genellikle insana zararlı veya zehirli şeylermiş ve insan onu ister-istemez ağzından çıkarır-atarmış! Bu durumu bir belgeselden öğrenmiştim. Ama bunun için bir besini çiğnemeniz veya size sarf edilen bir sözü önce dinleyip-anlamanız lazım!

Öyleyse acele içinde herhangi bir tepki vermeden önce insanları iyi dinlemek gerekir. Hem münferid ifadeleri, hem de toplam mesajı anlamakta büyük yarar vardır.

Dinlemek, sanki "karizmatik" değildir

Peki insanlar insanlar neden dinleyici olmak yerine daha çok konuşmacı olmayı tercih ediyorlar?

Birincisi susup-dinlemek, çoğu insana “karizmatik” bir tavır gibi gelmez. Konuşmanın bizi daha etkili, dinlemenin ise bizi pasif ve daha etkisiz gösterdiği hissine kapılırız. Hâlbuki “dinleyen konuşanı esir alır.” Söz gelimi hâkimler, bütün duruşma boyunca ve neredeyse sürekli olarak avukatı, savcıyı, sanığı veya başka kimleri dinlemeleri gerekiyorsa onları dinlerler ve bana hiç de basit kişilermiş gibi görünmezler! Bir hâkim duruşma salonuna gelirken de giderken de bütün salon ayağa kalkar! Dolayısıyla ben iyi bir konuşmacının, aynı oranda iyi bir dinleyici olduğunu görene kadar, onun “karizmatik” olup-olmadığını hissedemem!

Dinlemek beceridir, üzerinde çalışmak gerekir

İkincisi: dinlemek bir beceridir ve eğer onu edinmeyi ihmal ediyorsak, bu ihmalin kaynağı, dinleme becerisine sahip olmanızı gerektiren sebeplerimizin farkında olmayışımızdır. Bu konuda bence en teşvik edici  sebep, etkin bir şekilde dinlemenin mesela sevdiklerimizi daha iyi anlamamızı sağlayacağını bilmektir. Siz onları zaten çok iyi anladığınızı ve tanıdığınızı düşünebilirsiniz. Fakat kendinize 1 hafta boyunca sevdiklerinize sorular sorup-dinleme ödevi verin. Bunu yaptığınızda duyduğunuz ilginç cevaplar, aslında onları tanıma sürecinin daha bitmemiş olduğunu gösterecektir. Ayrıca sevdiklerinizi dinleyip-anlama çabanızı artırmanız, onların size karşı tavırları nı da değiştirecektir. Mesela ben 6 yaşındaki kızımı ne kadar çok dinlersem, onun dünyasını, düşüncelerini, duygularını da o kadar iyi anlıyorum. Zaten bunlardan haberdar olmalıyım ve o da bunlarla ilgilendiğimi bilmeli. Onu dinleyerek geçirdiğim süreçlerin hoş bir getirisi de var: Bana daha sık sarılıyor ve beni daha sık öpüyor. Bu bile tek başına teşvik edici bir sebeptir!

Bilgili olan illa konuşur mu?

Dinlemeyi ihmal etmemizin üçüncü sebebi ise: Bilgili olmanın konuşmayı gerektirdiğini düşünmemizdir. “Bilen konuşur!” ifadesine inanmışızdır. Evet hassas bir durum varsa, konuya vakıf olan kişiler konuşur. Ama hayat bilgi yarışması değildir. Bilgili olmamız “kouşkan” veya “geveze” olmamızı da gerektirmez!. Bilgili olmam neden benim daha çok dinlememi değil de, daha çok konuşmamı sağlasın? Bunu anlamış değilim. Sözgelimi çocuklarımla birlikteyken hep benim mi konuşmam gerekiyor? Onlardan duyacağım bir şeyler yok mu? Veya anlattıkları her ne olursa-olsun onların seslerini duymak ve benimle bir şeyler paylaştıklarını bilmek yeterince keyifli değil mi? 

Ünlü bir hatibi ziyaret etme ve neredeyse bütün bir gününü gözlemleme imkânım olmuştu. Günün büyük çoğunluğunu onu ziyaret eden kişileri dinleyerek geçirdiğini gördüm.  O anda, onu uzun bir süredir yanlış algılamış olduğumun farkına vardım. Aslında hatipliği kadar, iyi bir dinleyici olduğu da açıktı. Onunla ilgili olarak şu gerçeği daha iyi kavradım: Konuşmalarında insanların ihtiyaçlarına değinebilmesinin ve bam tellerine dokunabilmesinin bir sırrı da, onları çok iyi dinleyip-anlayabilmesiymiş.

“İyi bir kouşmacı ve iletişimci olmanın yolu, önce iyi bir dinleyici ve “anlayıcı” olmaktan geçer” diyorum, başka bir şey demiyorum!


İyi birer dinleyici ve anlayıcı olmanız dileğiyle. 
-------------------------
Savaş ŞENEL
İngilizce Öğretmeni-Eğitim Danışmanı
İletişim ve Yazarlık Koçu
savassenel@yahoo.com
---------------
Kitabın İkinci baskısı özel-Cep Boyutunda yapılmıştır
Okurlarıma teşekkür ediyorum.
Kendiniz ve dostlariniz icin guzel bir hediye: